Köpek Filmi yönetmeni, akademisyen Cem Hakverdi'yi stüdyomuzda ağırladık. Film sokak köpeklerinin yaşam mücadelesini gösterirken, aynı zamanda insanüstü bir çabayla onları yaşatmaya çalışan görünmeyen kahramanların da karşılaştıkları zorlukları anlatıyor.
Köpek Filmi gösterimleri hakkında bilgi almak için Instagram @kopekfilmi hesabını takip edebilirsiniz.
Sıradaki gösterim: 10 Haziran 2019, 19:45. Karaca Sineması, Alsancak, İZMİR
Köpek filmi görme engelliler için de sesli betimlemeli olarak da izlenebiliyor.
*****
(Programın bir kısmının deşifresini paylaşıyoruz)
Işıl Karaelmas: Bugün insanlar olarak en fazla temas ettiğimiz türlerden birinin yaşam koşullarından bahsedeceğiz ve bunu bir film üstünden yapacağız. Filmin adı Köpek Filmi. Türkiye'deki sokak köpeklerinin yaşam mücadelesini anlatan bir belgesel bu. Ve konuğum şu an stüdyomuzda bu filmin yönetmeni, Cem Hakverdi. Hoş geldin.
Cem Hakverdi: Merhaba, hoş bulduk.
IK: Cem Hakverdi aynı zamanda bir akademisyen, Bilgi Üniversitesi'nde İletişim Fakültesi'nde öğretim görevlisi ve bir belgeselci. Son belgeseli Köpek Filmi, ilk gösterimi de geçtiğimiz ay yapıldı Nisan ayında İstanbul Film Festivali'nde.
Bu film birçok açıdan bence çok çok önemli. Birincisi, Türkiye'de sokak köpekleriyle ilgili yapılmış ilk belgesel film. Bu kadar sokak köpekleriyle iç içe yaşadığımız bir ülkede daha fazla bu konuda belgesel olmalı, o yüzden tekrar eline yüreğine sağlık, iyi ki yapmışsın bunu. Peki senin bu filmi çekme amacın neydi? Nasıl bir etki bırakmak istedin insanlar üstünde?
CH: Şöyle bir şey var, biraz önce söylediğin cümle o kadar doğru ki, çok fazla temas ediyoruz. Mahalle sakini olarak konumlandırdığımız ya da aslında konumlandırmamız gereken köpekler var çok yakın çevremizde. Kapımızdan çıktığımız anda, evlerimizde hatta daha doğrusu. Fakat biz onlara çok büyük haksızlık ediyoruz. Şiddet görüyorlar, yaşam merkezlerinden uzaklaştırılıyorlar, tecavüze maruz kalıyorlar, açlıktan hastalıktan ölüyorlar ya da hapis hayatı yaşatıyoruz onlara.
Bir kere şu da çok önemli; bunlar yaşanırken biz bu köpeklerin çok önemli bir kısmını sadece kendi alanımızda, kendi çevremizde gördüğümüz kadarıyla değerlendirebiliyoruz. Oysa ki ben mesela, ne bileyim Kadıköy'de oturuyorsunuzdur, sadece Kadıköy'de birtakım sokak köpekleri görüyorsunuzdur ve sokak köpekleri sizin için o anlama geliyordur ama çok böyle yerleşim merkezlerinden uzaklaşmaya gerek kalmadan belki başka ilçe merkezlerinde bile hayvanların durumları aslında o kadar iyi olmayabiliyor, ki büyük oranda da değil zaten. Bir şeyler görmüyor değiliz, görüyoruz, sosyal medya aracılığıyla bir sürü bir şeye tanık oluyoruz. Sosyal medya bu haliyle iyi ki var aslında. Ama gördüğümüz şeyler genellikle hayvanların o sefil perişan, şiddet görmüş vahşet görmüş, kolunun bacağının koptuğu yaralandığı haller malesef. Benim bu belgesele başlamadan önceki, sokak köpekleriyle ilgili neler var ya bir bakayım dediğim zaman aslında karşılaştığım şeyler genellikle bunlar oldu. Son birkaç aylardır diyeyim artık, daha iyi şeylerin paylaşılmaya, daha olumlu, daha bir şeylerin düzelmesine hizmet edebileceğini düşündüğüm paylaşımlar yapılmaya başlandı ama yine genel hal aslında ondan çok farklı değil.
Ben bu belgeseli şöyle bir amaç için yaptım: Evet, bunları es geçmedim, bunları ima ettim ama benim asıl daha fazla yapmaya çalıştığım şey, bütün bunlara rağmen aslında biz bu "sorunun" üstesinden (tırnak içinde sorun, çünkü sorunu yaratan da biziz aslında) gelemeyecek bir toplum değiliz. Ve bunun için gerçekten var gücüyle mücadele eden, bütün kaynaklarını seferber eden, illa maddi birşeylerden bahsetmiyorum, bütün zamanını, bütün hayatını buna adamış olan insanlar var. Ve bütün yük malesef onların omuzlarında. Ben istedim ki bu belgesel aslında sokak köpekleri etrafında neler dönüyor, düzelmesine yönelik neler yapılıyor ve onlara nasıl el verebiliriz, onlar yaygınlaşırsa ne olur'u biraz görünür kılmak aslında, göstermek.
Belgeselin gösterimini gördükten sonra şöyle yorumlar yapanlar var: "Ben geleceğim ama yürek dayanır mı o acıları görmeye?" Evet, olay trajik ama bu belgesel öyle bir belgesel değil. Onu burada söylemiş olmaktan dolayı da rahatladım aslında. Çünkü köpeklerle ilgili bir belgesel izleyeceğinizi duyduğunuz anda o sosyal medyadaki ve ana akımdaki vahşet görüntüleriyle ilgili bir şey izleyeceğinizi düşünüyorsunuz doğal olarak ama Köpek Filmi öyle bir film değil. Köpek Filmi daha umut veren bir yerde duran, benim istediğim şey de umut vermesi aslında, bir köprü olması. (...)
Köpeklerin de doğru temsil edilmeleri gerekiyor. Onların da birtakım hakları var biz her ne kadar onları ihlal ediyor olsak, hiçe sayıyor olsak da. Onların da gerçekten o asaletine yakışır bir şekilde temsil edilmesi, birer birey olarak, birer can olarak temsil edilmesi çok kıymetliydi ve öyle de oldu. Umarım öyle geçer izleyiciye de.
IK: Belgeselde hem köpek karakterleri tanıyoruz - başlarından birçok şey geçmiş, orada da bizzat onlarla ilgilenen insanlar anlatıyor bunu- hem de insan karakterleri tanıyoruz.
CM: Bu insanların sayısı az değil ve malesef bu insanların önemli bir kısmının başka bir hayatı yok. Bu çok üzücü bir şey. Evet bazı köpekler hayatta kalıyor ve bu birilerinin çabası sayesinde ama benim hayatına girdim, özellikle bu belgesel aracılığıyla hayatına girdiğim insanların çok önemli bir kısmının malesef kendine ait bir alanı, hayatı, zamanı hiç bir şeyi kalmamış.
IK: Çünkü 7/24 ilgileniyorlar değil mi?
CH: 7/24, evet, hiç yani. Hiç bir şey olmasa evine gidiyor, telefonu çalıyor, "şurada şöyle bir şey var" diyor. Hiç bir şey olmasa, daha yeni işte biraz önce, gündeme her gün bakıyorum ne oluyor diye, yeni bir zehirleme olayı olmuş, "arkadaşlar CİMER yapalım" diye birisi orada kendini paralıyor, bir şekilde suçlular bulunsun ve cezalandırılsınlar diye. Ama malesef senin de takip ettiğin gibi, ceza boyutu da yok zaten, çok problemli bir şey.
IK: Yani filmin mesajlarından biri de; bu yükü onların omuzlarından alıp paylaşabiliriz aslında, değil mi, yani bu sokak köpekleriyle ilgili çünkü hem STK'lar, hem belediyeler, hem bireyler yani birçok insan aslında işin ucundan tutabilir.
CH: Zaten biz uzun vadede daha normal bir topluma dönüşmek istiyorsak belediyelerin, gönüllülerin, derneklerin ve hukuk sisteminin birlikte çalışması gerekiyor. Yani bu tek başına, belgeselde gözüken ya da gözükmeyen o gönüllülerin yapabileceği, ya da belgeselde gözüken o "iyi belediyenin" sadece üstesinden gelebileceği, ya da her şeye rağmen tek başına sağlam bir hukuk sistemi bile olsa, mutlaka bir şeylerin önünü kesecektir, çok caydırıcı olacaktır, çok değerli ve önemlidir ama, tek başına o da her şeyi normalleştirmeyecek. Ben buna inanıyorum. Yani çok acil bir şekilde çok sağlam bir hukuka, kanunlara ihtiyacımz tabii ki var, ama bütün diğer bileşenlerle birlikte çalışması gerekiyor.
Ve kanunun da çalışması gerekiyor tabii. Hali hazırda var olan 5199 sayılı kanuna baktığın zaman iyi kötü bir sürü birşeyi söylüyor, hiç yok değil yani birşeyler var, ama uygulanmıyor. Problem o. Sağlam bir hukuk, uygulanan bir hukuk lazım bize.
IK: Film çekimi 2-2,5 yıl sürdü demiştin, bu süreçte bir çok yer gördün, birçok belediye barınağını da gördün. İzlenimlerin neler?
CH: En önemli izlenimim, iyi belediyeler var, kötü belediyeler var, berbat belediyeler var, böyle kademe kademe. Bir noktada baktığım zaman benim gördüğüm şey, bunların hepsinin aslında nasıl bir yer olacağı oradaki görevli amirin/ başkanın, kimse bu, onun vicdanına kalmış durumda. Yani oranın başkanı ya da oranın veteriner işleri müdürü eğer vicdanlı bir insansa orada işler iyi gidiyor. Ama şunu söylüyoruz her zaman her yerde, bu iş bir insanın vicdanına kalamayacak kadar kıymetli bir iş çünkü orada bir canlının yaşam hakkı söz konusu.
Benim daha çok gördüğüm şey hepsinin aslında birer hapishane olduğu, çok önemli bir kısmının. Çünkü neden öyle diyorum, en iyi şartlarda bile olsa, yani her şey verilse, dünyanın en iyi mamalarıyla da beslense bu hayvanlar, birkaç metrekarelik kafeslerde sağlıklı bir hayvanın kapatılıyor olması son derece acımasızca bir şey, son derece vicdansızca bir yaklaşım bence.
IK: Sosyal canlılar bir kere değil mi yani hem birbirleriyle hem insanlarla iletişim etkileşim halinde olmak isteyen varlıklar, yani depresyona giriyorlar tabii öyle.
CH: Kesinlikle, koşamayan köpek olur mu? Koşamıyor hayvan birkaç metrekarede. Ve türünü koklayamıyorsun. Hiç bir temasın yok, oyun oynayamıyorsun, hiçbir paylaşımın yok. Korkunç bir şey. Şey vurgusu çok önemli, sağlıklı bir hayvan vurgusu çok önemli. Bunlar birer barınak değiller bu arada, ona vurgu yapmakta fayda var. Bunların varoluş amaçları geçici tedavi ve rehabilitasyon merkezleri bunlar. Bunların varlığına da ihtiyacımız var, yanlış anlaşılmaması gerekiyor tabii ama hangi koşulda var? Kısırlaştırma, aşılama, trafik kazası, camdan düştü, hastalandı vb. hizmetlerini alacak orada hayvan, her türlü hayvan, ve kendi doğasına, kendi yaşam alanına bırakılması şartıyla. Yani sağlıklı bir hayvan, orada sokakta köpek havlıyor ya da sokağa kakasını yaptı diye oraya kapatılması için var olan mekanlar değiller.
Bizde ama yanlış bir algı var. Ne olacak mesela köpekte rahatsız, işte çocuğum korkuyor, nereye gitsin, barınağa gitsin diyor.
IK: Orada ömür boyu kalacakmış gibi.
CH: Evet bir de barınağı zaten bilmiyor. Barınak dediği yer onun, hani barınak çok pozitif bir kelime ya, zannediyor ki o hayvanlar orada güllük gülistanlık, toplar atılıyor getiriliyor, oynuyorlar falan filan. Öyle bir dünya yok.
IK: Filmde beni en çok etkileyen sahnelerden bir tanesinden bahsetmek istiyorum. Bir yanda bir cins köpek güzellik yarışması görmeye başlıyoruz, taranıyor köpekler süsleniyorlar, tüyleri kesiliyor filan. Oradaki ortam devam ederken görüntü değişiyor, ses devam ediyor, görüntüde sokaklardaki bu sefer terk edilmiş cins köpeklerin kameraya, size doğru baktığını görüyorsunuz. Ve arkada o yarışmanın sesi devam ediyor ve diyor ki oradaki adam, "Cins köpek üretmek çok zor birşey, onların üreticilerini alkışlamamız lazım" diyor. Cins köpek üreticilerini alkışlatırken bir yandan ses, görüntüde siz sokaktaki sahipsiz ve terk edilmiş canların size baktığını görüyorsunuz. Orada ben gerçekten çok etkilendim çünkü bir yerde şey gibi, geçmişi geleceği gibi, yani geçmişte belki o sokaktaki köpekler de taranıp paklanıp böyle tertemiz tutularak yaşıyorlardı, sonra sokağa bırakıldılar gibi, oldukça vurucu bir şey. Buradan şuna gelmek istiyorum, bu cins köpek sevdası, ve köpek satın almak. Yani bir hayvanı mal gibi alıp satmak, bir meta gibi, üstelik çok fahiş fiyatlara, müthiş bir sektör var orada ne yazık ki cins hayvanlar üstünden dönen. Ve bu ısrarın nelere sebep olduğunu da aslında film gösteriyor değil mi yani sokaktaki populasyonun bu kadar çoğalması da bir yerde terk edilen hayvanlardan dolayı.
CH: Tabii önemli bir ayağını da o oluşturuyor. Yani barınak dediğimiz o merkezlere gittiğiniz zaman köpeklerin çok önemli bir kısmının cins köpeklerden oluştuğunu görüyorsunuz. Bir heves uğruna alınıp, hediye edilip, çocuğum öğrensin hayvan tanısın falan diye alınıp, havladığı, çok hareketli olduğu için ya da bilmiyorum, bir nedenden dolayı bir şekilde terk edilen köpekler zaten o merkezlerde varlar. Çok ilginç bir şekilde ormanda ve arazilerde de görüyorsunuz, büyük oran bunlardan oluşmuyor yani benim gözlemim bu oldu. Şehir merkezlerinden uzaktaki, köpeklerin topluluk halinde yaşamaya çalıştıkları, yaşam mücadelesi verdikleri yerler. Oralarda bile bunları görebiliyoruz.
Bir tarafıyla da hayvan endüstrisi acayip bir endüstri. Tabii et-süt meselelerini sen çok daha iyi biliyorsun ama evcil hayvan meselesinin etrafında da gelişen çok büyük, milyar dolarlarla ifade edilen bir endüstri var. Köpekler ve hayvanlar dediğin gibi bir meta gibi alınıp satılıyorlar ki bu hiç kabul edilemeyecek bir şey. Ama sadece bu da değil, bununla beraber birtakım çok lüzumsuz yan ürünler de satılıyor. Bir mama diye birşey var, aslında hiç bu belgesel buna temas etmiyor ama böyle bir belgesel yapıyorsanız biraz bu kısmına da bakmanız gerekiyor, mama endüstrisi diye de bir şey var. O mamaların ne kadar sağlıklı olduğu konusu var. O endüstri malesef çok acımasız bir endüstri ve onun bir ayağını belgeselde o güzellik yarışması ve o lüzumsuz bir sürü ürünün satıldığı fuar ortamında da görebiliyoruz. Yani bir şekilde aslında bir insanlaştırmaya çalışma çabası orada var.
IK: Peki, kısaca şunu da sorayım: Türkiye'deki gelişmeleri, hayvan hakları konusundaki gelişmeleri nasıl görüyorsun? Çünkü aktivizm görüntüleri de var, eylemlerden görüntüler görüyoruz filmde. Üç farklı eylemden. Kısaca yorumunu alayım o konuda.
CH: Çok fazla eylem var, anlık tepkiler çok önemli. Ve ben bu anlık tepkileri verip bir yerlerde toplanabiliyor olmamızı çok önemsiyorum ancak devamının gelmediğini görünce bir o kadar da üzülüyorum. Bir meydanda toplanıp da birtakım basın açıklamalarıyla, sloganlarla orada bulunmak bütün sorunun çözülmesi için ya da o etkinin devam edebilmesi için yeterli olmuyor. Onun sürdürülebilir bir tepki olması gerekiyor ama kamuoyunu bununla meşgul edebiliyor olmak bence çok kıymetli.
Üniversite gruplarının çok içine girdim, çok güzel çalışmaları var. STK'lar çok ciddi çalışıyor, baroların hayvan hakları komisyonları kurulları var, hukuk tarafından güzel çalışmalar yapılıyor. Gönüllüler için zaten birşey söylemiyorum, gönüllüler hep ellerini taşın altına koyan insanlar. Akademisyenler yine keza bunlarla ilgili fikir üretiyorlar ve yayınlar yapıyorlar, bence bu da çok kıymetli. (...)
***
Şarkıcı / Yorumcu | Parça Adı | Albüm Adı | Süre |
---|---|---|---|
Lola Marsh | Bluebird |